29 Ocak 2018 Pazartesi

Kaygılar,Sınav Çalışmaları ve Dertleşme ☕


Hem çok şey yazasım var hem de hiçbir şey yazasım yok.Galiba yazma işi biraz cesaret istiyor.Düşüncelerinle yüzleşmek,kendine en gerçekçi şekilde bakabilmek...cesaret işi.Yazının bu yönünü ilk defa gördüm.Normalde her an her dakika yazmanın bana zevk vereceğini düşünürdüm ama şu sıralar yazarak iyi hissedeceğimi bilsem de bir hayli tereddütlü yaklaşıyorum.

Güzel sayılabilecek bir haber vereyim bari,sempozyum için kabul edilmişiz.Nisanın sonuna doğru katılacağız.Fakat ondan önce tam metni vs. hazırlayıp göndermem lazım.Şu ay yaşadığım kaygıların çoğu sempozyum yüzünden.Her şeyi mükemmel yapma çabam ve insanların sinir bozuculuğunu çekişim her şeyi daha da zorlaştırıyor.

Sürekli aynı şeyleri yaşayacakmışım korkusu diye bir şeye sahibim.Acaba bunun bir adı var mıdır? Anksiyete,belki.Sanki en küçük kötü durum bana çok kötü şeyler yaşatacakmış gibi görüp her şeye hazırlanmaya çalışıyorum.Bu beni o kadar yıpratıyor ki anlatamam.Kaygılarını kontrol edebilen,kendine söz geçiren ve biraz da gamsız biri olmayı çok isterdim.Karakterin değişmesinin zor olduğunu biliyorum ama törpülenmeyecek,mental sorunlar aşılmayacak diye bir kural yok.Aklıma şu sözü getirip duruyorum ''mental sorunlar seçim değil ama iyileşmek bir seçim'' Çok doğru.Çaba lazım,hem de çok.

Bu hafta İzmir'e gitme gibi bir plan yaptım ama açıkçası ailem pek sıcak bakmadı.Çünkü abimle uymam gereken bir program planlamıştık fakat pek gerçekleştirdiğim söylenemez.Elimden geleni yapıyorum ama galiba çabuk bıkan biri oluşum bazen beni engelliyor.Azimli biri olduğumu biliyorum,daha çok göstermem lazım...uzun lafın kısası gidemedim işte.Abim okul zamanı gelirsin bana dedi ama okul zamanı geleceğimi pek sanmıyorum.Hem kış hem de yorgunluğun üzerine yol çekmek pek güzel olmuyor.Yine de kendimi zorlayıp bir hava değişikliği yapabilirim,gerçekten ihtiyacım var; her zamanki sözümden,bakalım.

Zaman ne hızlı geçiyor değil mi? Korkunç.Geçen sene acıyarak baktığım sınav öğrencileri konumuna yavaş yavaş ben geldim.Dışardan gözüktüğü kadar korkunç değil ama 12. sınıf olmaya yaklaştıkça gerilimi hissediyorsunuz! Bir sürü anlamak zorunda olduğunuz konu,çözmeniz gereken testler ve bulunmak zorunda olduğunuz bir okul var.Hepsi geleceğinizi belirleyecek iki aşamalı bir sınav için.Olayı böyle değerlendirince saçma geliyor ama hayatımızın gidişatını büyük oranda etkileyeceğini düşünürsek... :') Bu yıl girecekler için söylüyorum: Lütfen sadece elinizden gelene odaklanın ve başarısız olma durumunuzun planlarını yapmayın.Hayat her şekilde devam edecek,sınav günlerini atlatmadan kendinizi tek bir şeye şartlamayın.Çok çalıştınız ve planlarınız gerçek olmayı hak ediyor,neet! (Seneye bu yazıyı açıp okuyacağım,bakalım ne hissettirecek :'D)

Tatili istediğim gibi geçmediğinden söylendiğim cümleyi silip böyle devam etmeye karar verdim.Çok söylenen biriyim sizce? Gerçekten soruyorum.Evet asla pozitif biri değilim ve yine evet bunun için pek uğraşmıyorum ama nedeni biraz farklı.Galiba ben mutsuz olmaktan korkuyorum.Aslında bu noktada kendimle de çekişiyorum.Madem mutsuz olmaktan korkuyorsun mutlu olabileceğin zamanları neden mutsuz olma ihtimalinden çekinip mutsuz olarak geçiriyorsun? huh.Şak diye sordum kendime,hadi cevapla...ıh..mıh...Daha fazla pozitif olmam lazım işte.Bazen birkaç quote görüp gaza geliyorum ya da yoga yapıp sakinleşiyorum ama sonra pufff kendi kendime yıkılıyorum.

Mevlana'dan bir söz okudum Twitter'de ''Kendini kendi düşüncelerinden koru'' Ah,tam olarak işte bu.İnsanın kendi düşüncelerinden nasıl korunacağına dair hiçbir fikrim yok ama yapmam gerekenin bu olduğunu biliyorum.

Çoğunlukla kendi kendimize kafesler örüyoruz aslında.Ya daha mutlu ya daha güzel ya da daha özgür olabilecekken kendimizi öyle bir sınırlıyoruz ki bütün dünyanın karamsarlığını bünyemizde toplayıveriyoruz.Mesela ben bu kadar düşünüp kendimi dert manyağı etmesem daha mutlu olurdum.Sen aynada kendini saatlerce inceleyip kusurlarını araştırmasan daha güzel olabilirsin.Ya da o giydiği şeylere insanların içlerinden dahi ne tepki vereceğini önemseme daha özgür olabilir.Kıralım kendi kendimize ördüğümüz kafesleri.Yeterince negatif bir ortamda yaşamıyormuşçasına bir de biz boğmayalım kendimizi.Dimi ama?

Gurur ve Önyargı'yı bitirdim.Ölü Filozoflar Kahvesi'ne başladım.Kitaplar biriktikçe toplu bir yazı yazarım diye düşünüyorum.Ayrıca yazı yazabileceğim kadar güzel bir şey çıkmadı henüz.Birazcık da üşendim :')

✨✨✨




İki hafta önce gittiğimiz ve çok beğendiğimiz Kütüphane'den.Mental çöküşle aynı haftaya denk gelince sizlere gösterememiştim,lol.

✨✨✨

ÇAV!



22 Ocak 2018 Pazartesi

Trois Couleurs Trilogie / Üç Renk Üçlemesi - Film


Sağlam bir sanat filmi üçlemesi izledim ve deyim yerindeyse mest oldum.



Filmin ismini birçok kez sitelerde ve önerilerde duymuştum.Fakat bir türlü fırsat bulup izleyememiştim.Neyse ki tatilin gelişiyle zaman ayırabildim,geç bile kalmışım.İmgelerle dolu,anlatmak istediği şeyleri renkler üzerinden izleyiciye aktaran bu sanatsal film üçlemesini olabildiğince kendi tarzımda,spoiler'sız bir şekilde inceleyeceğim.

B L E U


Serinin ilk filmi ''Mavi'' hüznün en duru halini,bir trafik kazasında bestekar eşini ve küçük kızını kaybeden bir kadının yaşadığı acılar üzerinden anlatıyor.Kaybettiği şeylere karşı bu kadının ayakta kalma mücadelesi,kocasının bitiremeden gittiği bestesini ne yapması gerektiği konusunda vermesi gereken kararlar,hayatınında yaşadığı köklü değişiklikler...her şey mavi rengin hüznü çağrıştıran vurgularıyla bir anda sizi etkisi altına alıyor.

Mavi aynı zamanda Fransız bayrağındaki ilk renk.Yönetmen işlediği renklerle kişisel hayatlardan toplumsal mesajlar da veriyor.Örneğin serinin ilk filmi mavide Julie'nin geçirdiği travma sonrası her şeyi geride bırakarak özgürleşmeye çalışmasıyla bayraktaki mavi rengin ''özgürlük,eşitlik,kardeşlik'' kavramlarını işliyor.

Yönetmen Krzysztof Kieslowski'nin tarzını anlayabilmek için bu filmi izleyerek seriye başlamak önemli.Çünkü seri boyunca renge en çok vurgu yapılan,yönetmenin amacanı en iyi anlayabileceğiniz yapıtı bu.

Benim serideki en sevdiğim film Mavi oldu.Drama sevmemden öte sanat yönetmenliğine hayran kaldım.Kullanılan objeler,mekanların sanatsallığı,kameranın açısı,efektler....Oyunculuklar da olağanüstü.Hele başrol oyuncusu,filmin sonunda alkışlamak geldi içimden.

''Daima tutunacak bir şeyler bulmak gerekir.''



Azul - Song For The Unification of Europe


''kahveli dondurma'' denemek istiyorum!


B L A N C


Serinin ikinci ve en az beğendiğim filmi ''Beyaz'' 

Başrol oyuncusu kadını hatırladınız mı? Before serisinden,onun da yazısını yazmıştım: tık

Beyaz rengiyle aşk,sevgi ve intikam temaları işlenmiş.Üçlemenin ikinci filminde renge aşırı bir vurgu yapılmamış.Belki de gözümüz beyaz renge alışık olduğu için izleyici olarak pek fark edemiyoruz.

Karol Fransa'da karısından boşanmak durumunda kalan Polonyalı bir göçmendir.Her şeyini kaybetmiş ve batmış bir vaziyette ülkesine döner.İşte bundan sonra Karol'ın var olma ve intikam mücadelesi başlar.

Film eşitlik temasının üzerinde politik bir şekilde duruyor.Yargılanmalardaki adaletsizlik,ikinci sınıf insan muamelesi görme...film boyunca bu tarz bir havayı oyuncuların sergilediği mükemmel oyunculuklar sayesinde hissedebiliyorsunuz.




Zbigniew - The End




R O U G E


Üçlemenin son filmi ''Kırmızı'' Bize gizem,şüphe ve sevgi kavramlarını kırmızı renk üzerinden hissettiriyor.

Valentine genç ve ünlü bir modeldir.Bir gün yolda çarptığı köpeğin sahibiyle tanışmasıyla hiç ummadığı bir tipte kişiyle arkadaşlık kurmaya ve insanları onun sayesinde keşfetmeye başlar.

Üçlemenin bana kalırsa en heyecanlı ve kurgusu farklı filmiydi.Monoton bir film serisi olmasına rağmen bu film sanki size bir ekşının varlığını içten içe hissettiriyor.Sürekli neler olacağını merak eder bir halde buluyorsunuz kendinizi.Diğer filmlere göre bu açıdan kurgusu daha sağlam.



Zbigniew - Fashion Show1


Üç film hakkındaki görüşlerimi toparlarsam kısaca kitap gibi bir seri diyebilirim.Evet,gerçekten bana bunu hissettirdi.Bir kitap okurken hissedebileceğim her şeyi bu üçlemeyi izlerken gözlemledim.Çarpıcı sonlar,travmatik olaylar ve hakim olan hüzün duygusu renklerin büyüsüyle sahne sahne dokunmuş.

Herkesin beğenip sıkılmadan izleyebileceği bir seri değil.Oldukça yoğun ve monoton.Fakat zannımca film kültürünüzü gelişmek istiyorsanız şans vermeniz gereken bir üçleme.Her şeyiyle farklı ve özel.Daha önce böyle bir seri izlememiştim,tanıştığım için oldukça doymuş ve mutlu hissediyorum!

Çav.





21 Ocak 2018 Pazar

Geceden Notlar: Fırtınalı Günler ve İç Dökme


Nereden anlatmaya başlasam ve ne yazsam bilmiyorum.İlk kez bu kadar ihtiyacım varken bir yazı paylaşıyorum.

Beni kötü etkileyen,hiç hoş olmayan günleri atlattım.Olayları eşeleyip gece gece sinirlenmek istemiyorum ama özetle şöyle ki insanlar olabildiğince bencil.Herkes kendisinden bir düşüğü ezmenin ve yıpratmanın peşinde.Daha türlü türlü kelimelerle ifade edebilirdim ama böylesi daha şık olacak.

Mental olarak ilk defa bu kadar kötüleştim.İki gün boyunca dokunsalar ağlayacak vaziyette gezdim.Sorun sadece yaşadığım sinir bozucu olayda değildi,işin kötüsü de bu,sorun tam olarak bendim.Bir türlü başaramıyorum umursamaz olmayı,insanların kalbini dilediğimce kırmayı ya da hiçbir şey olmamış gibi yoluma bakmayı.En ufak meseleleri,bu seferki ufak değildi zannımca,büyütüp kendimi işin içinden çıkamayacağım bir konuma getiriyorum.Pozitif kalamıyorum,asla,en küçük kötü durumda bile atıyorum kendimi yere ''öldüm,bittim,hayatım berbat'' kafamdaki düşünceler birbiriyle çatışıyor,resmen ruhen acı çekiyorum.Pozitif olmayı denemekten de korkuyorum sonrasında.Çünkü pozitif olmayı başarırsam tekrar kötüleşme olanağım da var.Güçsüz hissediyorum fakat sonra ruhen tek başıma üstesinden geldiğim olayları getiriyorum aklıma,kendi kendimi teselli etmeye çalışıyorum.

Yukarıdaki paragrafı yazmaya bile korkuyordum.Kendimle yüzleştim bir anlamda.Dahası var dahasının dahası bile var ama onları günlüğe aktarabilecek kadar cesur olacağım.İnsanın kendiyle yüzleşmesi ve kendini tanımaya çalışması ne zor.Bir de üstüne üstlük her noktayı kendi çizgisi altına almaya çalışması...

Yakın zamanda yaşadığım sinir yıpratıcı olayın öncesinde bir de ufak bir dost kazığı yedim desem abartı olmaz.Üzüldüm mü? Hayır.Çünkü sadece her şeyi netleştirmeye çalışarak bir adım attım.Baktım her şey fazlasıyla değişmiş.Şaşırmadım da.Bu sefer hassas davrandığımı da düşünmüyorum.Hatta büyük bir hata payını kendimde görüyorum,insanları öyle olmadıkları halde abartıp mükemmel gördüğüm için.Ne gerek var ki buna? Kimse mükemmel değil,bazı insanlar hayatından çekip gitmeli,onlara izin vermelisin.Mücadelen boşuna.

Bazen her şey üstüme üstüme çullanıyor.İşte bu da o bazenlerden biri.Daha iyi hissedebilmek için yağmur ve şömine sesi eşliğinde meditasyon yaptım.Kendime ''yapabilirsin'' diye fısıldadım.Bol bol dua ettim ve işlerin yolunda gitmesinden çok ''hayırlısı olsun'' dedim.Çünkü ben iyiye gitsin dedikçe her şey daha kötü oluyor.Daha önceki tecrübelerimden de bu çıkarımı yapabiliyorum.En zorunu atlatmaya odaklanmış bir karakter benim kaderimmiş gibi üzerime yapışmış.Öyleyse onunla yaşamayı öğrenmek lazım.

2018 Yazısına baktım da yine ne umutlarla başlamışım yıla.Mottomuz ''yenilenme'' demişim.Onu yazarken her şeyin süper olmasını umuyordum ama hesaba katmadığım şey köklü değişikliklerin can sıkıntılarının sonunda yaşandığıydı.Bunu unuttuğuma şaşırdım...belki de sadece kabul etmek istememişimdir.

Çanakkale de ben de şu sıralar bol fırtınalı günler geçiriyoruz.Şehir için bir mevsim değişikliği yeter ama benim için ne gereklidir bilmiyorum.Belki biraz üretkenlik,pozitif enerji,küçük değişiklikler ya da sadece biraz zaman? Ne bağlıyız şu zaman denilen şeye.Sevmiyorum beklemeyi de bir şeyleri ona bırakmayı da.Kontrol benden çıkınca kontrolden çıkıyorum.

Sıcak çikolata hazırlayıp bir film bakacağım.Bana her şeyi unutturabilen tek şey filmler.En büyük sığınağım onlar.

🌙

Huzurlu Geceler.

7 Ocak 2018 Pazar

Yılın İlk Haftası,Meşguliyetler,Ajanda ve Sohbet ☕


Ve yılın ilk haftası biter.


instagram:hopefulsalad 

Oldukça yorucu ama sonu güzel biten bir hafta oldu.Son yazılıları atlattım ve iki hafta sonra başlayacak yarı yıl tatiline aşırı hazırım!

Bu hafta boyunca birçok şeyle aynı anda ilgilendim:

Öncelikle yazılılara ardı ardına çalışıp güzel sonuçlarla bitirdim.Bu dönem dersler zor olmasa da farklı şeyler görmenin afallaması vardı.Fen derslerinin yerine psikoloji ve sosyoloji gibi alanlar geldi.Psikolojiyi sevmediğimi anladım.Hem de hiç.Bir zamanlar psikolog olmayı delicesine istesem de şuanda hedeflerim arasında yok.Yine de hayat ne gösterir bilinmez.Sosyoloji ise aşina olduğum bir alandı.Toplumlar,toplum eleştirileri,normlar vs. hakkında konuşmayı sevdiğim şeyler.Felsefeyle de ders anlamında yeni tanışmış oldum ve beklediğim gibi en sevdiğim derslerden biri oldu.Felsefe hakkında okumaya bayılıyordum şimdi dersine çalışmayı da seviyorum.Matematiğe karşı olan ilgim zor konular gelmeye başlasa da aynı derecede.Böyle ilerlemelerini temenni ediyorum.

Şevval'in doğum günü için Melikeyle hafta boyunca kafa patlattık ve sonunda güzel bir seçenekte karar kıldık.Şuan paylaşamıyorum ama anısının kalacağını düşündüğümüz hoş bir şey.Tabi buna karar kılana kadar nasıl kafa patlattık görmeniz lazım.İkimizin de organizasyon zekası yüzde bir falan..yok bulamıyoruz ayarlayamıyoruz.Sonunda hediyeye tamam dedik ve havalesini yapacağız.Bankamatik paramıza el koydu...hayatımda ilk defa banka işi yaptım onda da bunu yaşadık.Bankayla konuştuğumuzda Çarşamba günü hesaba havale yapacaklarını söylediler ama aşırı gerginiz bu konuda.Heyecan dorukta,dıptısss!!

Pınar'ımın da doğum günü haftaya Pazar.Aklıma gelmişken yazayım,ona da hediye bakmam şart <3

Bunların üzerine bir de sempozyum işlerini yürüttüm.Makale okudum,önemli kısımlarını çıkardım.Bir de Cumartesi günü ilk kez kitap incelemesi yapmak için kütüphaneye gittim.Farklı ve güzel bir tecrübe oldu.Kendimi araştırma görevlisi gibi hissettim.Önümde yayılmış kitaplar,ciddi bir ifade ile okumalar,not almalar...Kütüphane de enfes bir yermiş.Daha önce gelmek istesek de resmen kapıdan çevirdiler.Üye olun diyorlar ama üyelik almak da çok zor.İki üç ay içinde alanlar duydum.Ne kadar saçma ya.Kütüphaneye her öğrencinin öğrenci kimliğiyle girme hakkı olmalı.Ya da şehrin merkezine kapsamlı bir tane açılmalı.Bu,bu kadar zor bir şey mi?


Önümdeki manzara bu şekildi.Keşke solumdakini de fotoğraflasaydım,miss gibi deniz gözüküyordu.

Haftaya yazım aşamasına getirip ilgili yerlere göndereceğiz.İlk aşamada özet istiyorlar ve ona göre kabul edip etmediklerini bildiriyorlar.Göreceğiz.

Hafta koşuşturmalarla geçerken ben tabi ki de bir tane de olsa film izleme şansı buldum.Uzun zamandır izlemek istediğim ama sevip sevmeyeceğim konusunda tereddütte kaldığım bir üçlemenin ilk filmiydi: 3 Renk Üçelemesi ''Bleu'' Çok çok çok sevdim.Polonyalı bir yapımcının yönetmenliğini yaptığı Fransız sanat filmi.Fransız filmlerine olan ilgimi tekrar hissettim.Her izlediğimde içimden Fransızca konuşmak ya da Fransa sokaklarında dolaşmak geliyor.Üçlemenin hepsini izledikten sonra bir yazı yazacağım fakat kısaca bahsetmem gerekirse: ilk film mavi rengini özgürlük ve hüzün olarak işliyor.Toplumların özgürlüğünü birey üzerinden anlatıyor.Düşündürücü ve duru bir şekilde işlenmiş.Oyunculuklar da tek kelimeyle muazzam,dramı çok saf bir şekilde hissediyorsunuz.

Abim Cuma günü geldi.Özlemişiz.Evde o olmayınca her şey biraz eksikleşiyor.Şimdi bir ay boyunca tamamız! Sevgisiyle blog açmışlar.İkisi de beni okuyordu ve artık ben de onların sıkı bir takipçisiyim.Hemen şuraya iliştiriyorum: tık


Bu haftanın ''in'' ini omuz ağrılarım olarak ilan ediyorum! Neredeyse her gün çok şiddetli şekilde ağrıdı.Bazen ilaç aldım bazen de krem sürdük.Sebebi ani gerginliklerim ve soğuklar.Soğuğu ortadan kaldıramam belki ama gerginlikleri ortadan kaldırabilirim.Hayır öyle bir şey ki en ufak bir şeye üzüldüğümde bile zonklamaya başlıyor.Can sıkıcı,bari sen eksik kal lütfen.

Yılın İlk Haftasını bugün aldığım ajandanın fotoğrafıyla kapatıyorum.Sonunda istediğim gibi bir tane buldum.Cafcaflı değil,tarihli ve minimal.Bir hafta gecikmeli bir şekilde günleri planlamaya başlıyorum,huh.



Emeklerinizin karşılığını aldığınız,insanların sinirleriniz bozmadığı huzurlu günleriniz olsun!

çav.